Podemos Hakkında Bilinmeyenler

Podemos’un asıl başarısı, ülkesinin yakın geçmişindeki sokak hareketi deneyim birikimini doğru ve etkili bir şekilde parlamentarist mücadeleye katabilmiş olması.

Bu yazı ilk olarak 27 Şubat 2015’te Bianet’te yayınlandı.


SYRIZA’nın Yunanistan’da iktidara gelmesiyle gözler Avrupa’nın bir diğer borçlu ülkesi İspanya’ya ve bu ülkenin yükselen sol partisi Podemos’a döndü. Ancak Podemos hakkında yazılanların bazıları “İspanya’nın SYRIZA’sı” tanımının ötesine geçemeyerek sığ kalıyor. Peki, İspanya’nın kendi şartlarında, SYRIZA’dan çok farklı bir yoldan geçerek iktidara oynayan bu sol parti ortaya çıkışında hangi stratejiyi benimsedi ve bu çerçevede başarısını nelere borçlu?

Neden bir SYRIZA değil?

Bir koalisyon olarak 10 yıldan uzun bir tarihi olan SYRIZA ile Podemos’un farkı, öncelikle kuruluş ve büyüme hızlarında görülüyor. Podemos’un temelleri, Birleşik Sol Parti’nin (Izquierda Unida, IU) bileşenlerinden Troçkist, Antikapitalist Sol’un (Izquierda Anticapitalista, IA) Avrupa Parlamentosu seçim strateji bültenine dayanıyor. Bu bülten, öfkelilerin (Indignados) hissiyatını yansıtan, merkez sağ Halk Partisi (Partido Popular, PP) ve merkez sol İspanya Sosyalist İşçi Partisi (Partido Socialista Obrero Español, PSOE) çift partili sisteminden kopuşu sağlayacak, medyatik yeni bir yüzün liderliğini yapacağı bir seçim çalışmasını öngörüyordu.

Bültenin hemen ardından, 2014 yılının Ocak ayında “Mover ficha” (hamle yapmak) manifestosuyla ortaya çıkan Podemos hareketi, ilk hedeflerini en az 50 bin imza toplamak olarak belirledi ve bunu 24 saat içinde gerçekleştirdi. Bu olgu, partinin neredeyse 4 ay içerisinde yüzde 8’lik bir oy potansiyeline sahip, Avrupa Parlamenterli bir güç haline gelmesiyle birleştirildiğinde, Podemos’un SYRIZA’dan ne kadar farklılaştığının diğer önemli bir örneği oluyor.

Podemos’un Avrupa Parlamentosu seçimlerini hedef almasının önemli bir nedeninin, seçmenin bu seçimlere ilgisinin genel olarak düşük olması ve 2011 sonrası politize olmuş kitlelerin seçime kanalize edilerek belli bir başarı kazanabilme ihtimali olduğu düşünülebilir. Podemos’un beklenmeyen bir başarı ile çıktığı bu seçimler sonrası yapılan anketler de gösteriyor ki, Podemos seçmeninin önemli bir kısmı (yüzde 42,5) daha önce AP seçimlerinde oy kullanmamış.

Öncü seçmen kitlesi neden beyaz yakalı?

Podemos’u haberlere taşıyan seçim başarısının gerçek öznesi olan Podemos seçmeni profiliyse aslında düşünülenden çok farklı. Avrupa Parlamentosu seçimleri sonrasında yapılan aynı ankete göre, Podemos seçmeni çoğunlukla 35-50 yaş arası yurttaşlardan oluşuyor ve seçmenin çalışan oranı (yüzde 50) diğer parti seçmenlerinden anlamlı bir şekilde ayrışmıyor. Ancak yükseköğretim mezunu yüzdesi ile eğitim düzeyi İspanya ortalamasının üstünde olan bu seçmen kitlesi, geçmiş seçimlerde de PSOE’yi tercih etmiş. Aslında genç işsizliğinde Avrupa’nın en yüksek oranlarına sahip olan İspanya için bu veri şaşırtıcı. Kemer sıkma politikası karşıtı sol bir partinin, genç işsiz nüfus yerine, orta yaşlı eğitimli çalışan nüfustan geniş destek alması çelişkili gibi görünüyor. Ancak bu nüfusun “çalışan” olmasının ne anlama geldiği, anket verileri içerisinde detaylandırılmamış. Bu noktada Podemos’un söylemsel hedefinin prekaryalaşmış beyaz yakalılar olduğunun da altını çizmek gerek. Post-endüstriyel sektörlerin baskın hale geldiği küresel ekonominin yaşadığı krizin, beyaz yakalı çalışanlarını da güvencesizleştirerek prekaryalaştırdığı bir gerçek.

Bunun en sembolik örneği, Podemos’un kendi Avrupa Parlamenterlerinden Lola Sánchez. Seçim öncesinde hayatını kazanmak için Cartegena şehrinde bir restoranda garson olarak çalışan Sánchez, siyaset bilimi ve sosyoloji çift diplomasına sahip. Adaylık basın toplantısında yaptığı konuşmada, restoranına gelen yerel bir politikacının durumuna şaşırmasını, “Ismarladığı cin toniği kafasına mı atsam, iltifatına teşekkür mü etsem bilemedim. (…) Ülkenin gerçeklerinden bihaberler” tespitiyle açıklayan Sánchez, Podemos’un sembolik güçlerinden önemli bir kanalı örneklendiriyor. Kısacası, küresel kriz içinde Podemos’un 2014 oylarının kültürel sermayesi yüksek olan kesimlerden gelmiş olması, işçi sınıfının oylarını almadıkları anlamına gelmiyor. Aksine İspanya’nın emek piyasasının krizine, doğru bir şekilde hitap ettiklerini gösteriyor.

Alışıldık politize sosyalist ve devrimci hedef kitlenin dışına çıkarak, ana akımı bu harekete eklemlemenin en önemli handikaplarından biri, Podemos’un İspanya’nın radikal sokak hareketlerini projesine ne kadar dâhil edebildiği. Ancak bu konuyu konuşabilmek için önce Podemos’un söylemsel stratejisini anlamak gerekiyor.

Neden radikal sol bir parti değil?

Her ne kadar Podemos seçmeni çoğu zaman kendisini sol olarak tanımlasa da parti kendisini sağ ya da sol bir parti olarak ifade etmekten uzak duruyor. Bu diskur PP ve PSOE’li çift parti sisteminden kopuşu simgelese de Podemos bilinçli olarak sınıf siyaseti söyleminden uzak duruyor.

Bu söylemin ana nesnelerinden biri “kast” göstereni. Sınıfsal diskurun ezen/ezilen, burjuva/proleter sembollerinin söylemsel cephanesini tükettiğini düşünen Podemos çekirdek kadrosu, Avrupa’nın içinde bulunduğu troyka güdümlü kemer sıkma politikalarına karşı farklı bir çatışmayı kullanıyor. “Kast” ifadesi tam olarak son dönemde borç ve yolsuzluk skandallarıyla çırpınan Avrupa demokrasilerinin politikacı ve bankacılarının aynı insan kaynağı havuzundan gelmelerine işaret ediyor. İspanya’daki Partido Popular iktidarının şu anki Ekonomi Bakanı Luis de Guindos’un 2006’dan 2008’deki iflasına kadar Lehman Brothers Avrupa’nın danışmanlığını ve şirketin İspanya’daki bankasının yöneticiliğini yapmış olması bunun en güncel ve görünür örneği.

Podemos’un kast söylemi sadece söylemsel boyutta sol siyasetten uzaklaşmıyor, aynı zamanda siyaset olarak da partinin eksenini kaydırıyor. Elif Görgü’nün çok iyi anlattığı bu kaymaya bir başka örnek ise Madrid İl Sekreteri Jesús Montero’nun “bütün patronlar kast değildir, bazıları sosyal refaha katkıda bulunur” yorumuydu. Bu sözüyle kastettiği Santander bankasının sahiplerinden Ana Botín’in, Montero’nun açıklamasından önce, İspanya’nın ekonomik büyümesini kastederek “Podemos ile amaçlarımız ortak” açıklaması yapması ise Montero’nun ifadesinin bir dil sürçmesi olmadığını gösterir nitelikte.

Kısacası bilinçli ve planlı olarak söylemlerini iktidar olmak üzerine tasarlayan Podemos’un radikal sol bir partiden çok popülist ve hatta yer yer pragmatist halkçı bir parti olduğunu söylemek daha doğru olur. Ancak “Kast”ın karşısına “gente normal”i (normal halk) koyan İglesias’ın bu söylemsel başarısının ardındaki tek etkenin kullanılan semboller olmadığını anlayabilmek için partinin medya stratejisi tarihçesine bir gözatmak gerek.

Podemos’un “tek adam” kültü

Podemos’un düzen partisi seçmenine hitap edebilmesinin en önemli nedeninin, partinin şu anki genel sekreteri Pablo İglesias ve onun medya görünürlüğü olduğu bilinen bir gerçek. Ancak bu duruma gelmiş olmanın hikâyesiyse değişen teknolojik şartların, politikaya nasıl güçlü bir şekilde etki edebildiğiyle doğrudan bağlantılı.

Madrid Computense Üniversitesi’nin genç akademisyenleri, Pablo İglesias ve -yine Podemos’un çekirdek kadrosundan- Juan Carlos Monedero’nun medyaya girişleri, 18 Kasım 2010 tarihinde internette yayınlanan La Tuerka isimli politik tartışma programına dayanıyor. Madrid’in yerel kanallarından Tele K tarafından hazırlanan bu yayın, kısa sürede internet aracılığıyla üne kavuşarak, geniş kitlelere erişmeye başladı. Özellikle İspanya’nın “gezisi” denilebilecek, Occupy Wall Street’in de öncülü 15M hareketinin, 2011 yılının 15 Mayıs’ında gerçekleştiği düşünülürse, La Tuerka’nın ne kadar önemli bir zamanda yayına başladığı anlaşılıyor. Ancak İglesias’ın asıl sembolik gücü, bu popülerliğinin ardından davet edildiği ana akım televizyon tartışma programlarında, iktidar destekçileri ve sağcılara karşı verdiği soğukkanlı söylemsel mücadelede yatıyor.

Televizyonda “(kemer sıkmaktan) başka alternatif yok” ekonomistlerine karşı verdiği her yalın ve akla yatkın savunma, sosyal medyada viral olarak yayılma imkânı buluyor. Avrupa Parlamentosu seçimleri öncesinde Madrid merkezli önemli televizyon kanalı La Sexta’ya kadar uzanan rotası için de bu geçerliyken, şu an dahi televizyon analistleri İglesias’la polemiğe girmeye devam ederek İglesias’ın viral popülerliğini sürdürmesini sağlıyor.

Podemos’un görünürlüğü ve popülerliğinin temelini sağlamlaştıran bu çatışma platformu, doğal olarak bireyleri siyasi konuların önüne çıkarıyor. Dolayısıyla bu, Podemos’un da politik örgütsel yapısını bu kişi kültüne bağımlı kılıyor. Bu olgu sadece İglesias özelinde değil, Monedero ve diğer bir genç akademisyen olan Iñigo Errejon’un da karşılaştığı ana akım medya ithamları ve saldırıları vesilesiyle de gerçekleşiyor ve gerçekleşmeye hâlâ devam ediyor.

Bir yandan Podemos çekirdeğinin görünürlüğünün ve popülaritesinin artması, öte yandan da partinin hızla kurulması ve beklenilmeyecek düzeyde büyümesi, partinin de merkeziyetçi olarak yapılanmasına sebep oldu. IA’nın öncül bülteni ve Mover Ficha manifestosu, Podemos’u 15M’nin mirasçısı olarak kabul etse de, şu an Podemos kadrolarının da açıkça ifade ettiği, partinin merkeziyetçi ve hiyerarşik olarak örgütlenmiş olduğu. Karar alma mekanizmaları bir taraftan circulos (daireler) konseyleri aracılığıyla olurken diğer taraftan partinin ana karar alma mekanizması İglesias’ın genel sekreterliğini yaptığı Vatandaş Konseyi’nin (Consejo Ciutadania) elinde. Bu olgu 15M’nin ve uzantısı olan hareketlerin lidersiz ve adem-i merkeziyetçi yapısıyla uyumlu gözükmemekte.

Aslında, partinin örgütlenme şeması demokratik bir şekilde, internet oylamasının da mümkün olduğu, yüksek katılımlı bir vatandaş meclisi (Asamblea ciudadana) seçimiyle yapılmıştı. Ancak İglesias’ın önerdiği merkezî/hiyerarşik örgütlenme yüzde 80’den fazla bir oyla, yatay örgütlenmeci Sumando Podemos önerisini geçerek kabul edilmişti. Sumando Podemos önerisinin kabul edilmemesiyse, önerinin mimarlarından Pablo Echenique’nin dâhil olduğu Antikapitalist Sol grubunun Podemos projesinde artık hiç de baskın olmadığının bir göstergesi oldu.

Ancak altını çizmek gerekiyor: Podemos’un merkez komitesi denilebilecek Vatandaş Konseyi’nin yapısının, İspanya’nın sistem partilerinin yapılarından fersah fersah daha demokratik olacağını Pablo Echenique kendisi, daha Vatandaş Meclisi toplanmadan söylemişti. Bu demokratik örgütlülüğün en önemli unsurları da, yeni teknolojiler ve onların getirdiği özgün karar alma mekanizmaları.

Siyasette yeni bir güç unsuru: Tekno-politika

Hızla büyümüş kendine ait bir sub-redditi bulunan Podemos, parti sempatizanlarıyla ve üyeleriyle arasındaki bağlantıyı bu şekilde sağlıyor. Diğer yandan redditin “oylama” yapısı sayesinde herhangi bir konudaki favori fikrin ne olduğu kolayca ortaya çıkmış oluyor ve en popüler cevap otomatik olarak oylanmış oluyor. Bu oylanan kararlar da parti yönetimi tarafından benimsenerek hemen işlerliğe geçiriliyor.

İspanya’nın sokak örgütlenmelerinin etkili bir hareket için dijital medyayı kullanmaları bir ilk değil. 15M sokak hareketleri ve meydan işgalleri sırasında, aktivistler sosyal medya ve internetin tüm avantajlarını kullanarak bu ilişkiyi kurdular. Ancak meydan işgallerinin sonlanmasının ardından ortaya çıkan en önemli sorulardan biri, yeni teknolojilerin nasıl farklı bir demokratik katılım şeklini ortaya çıkaracağıydı.

Podemos, şu an için bu soruya önemli bir cevap olmuş gibi görünüyor. Özellikle de -İspanya’daki en yüksek katılımla gerçekleşen- internet üzerinden oylamaya olanak sağlayan “Vatandaş Meclisi” düşünüldüğünde. Podemos’un özellikle bu konuda 15M ve sonrasındaki aktivizm birikiminin bir devamı olduğu söylenilebilir. Daha ilk aylarından Podemos’a desteğini açıklamış olan X Partisi (Partido X), yeni politik katılım teknolojilerini geliştirmesinin yanında, encrypt edilmiş (şifrelenmiş) e-posta sistemleriyle Wikileaks benzeri bir sızdırma hizmeti sunuyor. Bu girişimleri sayesinde, İspanya’nın son 3 ayını işgal eden karşılıksız kredi kartı (Tarjeta Black) skandalı ortaya çıkmıştı.

Podemos’a yönelik Türkiye’deki yoğun ilgiye ve nedenine geri dönersek; bütün farklılıklarının ötesinde, Podemos’un SYRIZA ile olan en önemli benzerliği ekonomik programı. Ekonomi profesörleri Vicenç Navarro ve Juan Torres López tarafından yazılan ekonomi programı en temelde kemer sıkma politikaları karşıtı. Ayrıca bu program -daha önceden ilan edilen radikal değişikliklerin tümünü barındırmasa da- nihai olarak sermayenin geniş kitlelere dağıtılmasını sağlayacak, 21’inci yüzyıla uygun, [ekolojik Keynesçi][keyneysian] bir politikayı öneriyor.

Kısacası medyatik olarak güçlü ve örgüt yapısı merkezî Podemos’un kemer sıkma karşıtlığı, anketlerdeki başarısının sebeplerinden sadece biri. Partinin asıl başarısı ise ülkesinin yakın geçmişindeki sokak hareketi deneyim birikimini doğru ve etkili bir şekilde parlamentarist mücadeleye katabilmiş olması. Olası bir Podemos iktidarının Avrupa ölçeğinde yaratacağı sarsıntı, SYRIZA’dan sonra zincire yeni yeni halkaların eklenmesine yol açacak mı göreceğiz. Ancak bu olasılığın öncesinde, Podemos’un önündeki bir sonraki sınav, bu yıl gerçekleşecek olan otonomi (eyalet) seçimleri olacak.


© 2021. All rights reserved.

Powered by Hydejack v8.4.0