İspanya’nın İç Güvenlik Susturması
in In Media / Tr
Bu yazı ilk olarak 25 Nisan 2015’te Bianet’te yayınlandı. link
Susturma yasası olarak anılan vatandaş güvenliği yasasına karşı İspanya’da birçok eylem düzenlendi. Kaynak: Victor Serri, La directa
Geçen ay İspanya’da Vatandaş Güvenliğini Koruma, Anti-terörizm ve yeni Ceza Yasaları mecliste onandı.
İktidardaki merkez sağ Partido Popular‘ın (PP) salt çoğunluğuyla meclisten geçirdiği bu yasa paketi sadece isim benzerliği nedeniyle değil içeriğiyle de Türkiye’deki iç güvenlik paketi ile paralellikler taşıyor.
Susturma yasası (Ley Mordaza) olarak da anılan Vatandaş Güvenliğini Koruma Yasası, Franco rejiminden beri ifade özgürlüğüne yapılan en büyük darbe olarak kabul ediliyor.
Kamu binaları önünde yapılan eylemlere getirdiği yasak nedeniyle dünyanın ilk hologram eylemine vesile olan bu yasa değişikliği, Türkiye’de de haber değeri taşıyordu. Ancak yasanın detayları, İspanya’daki ifade özgürlüğünün sıkıntıları ve bununla bağlantılı olarak polis şiddetinin durumu henüz ayrıntılı olarak tartışılmış değil.
Peki 2008 krizinden etkilenerek giderek büyüyen bu sokak muhalefetini karşısında bulan PP iktidarı, neden AKP iktidarına benzer bir çıkış yolunu seçerek böyle bir iç güvenlik paketi tasarlama ihtiyacı duydu?
Yolsuzluk ve sokak eylemleri
2008 krizinin nasıl olup da hâlâ İspanya’daki gündelik yaşama etkisi olabildiğini anlamak için bakılması gereken en önemli gösterge sokak hareketlerinin ve eylemlerin yoğunluğu.
Uluslararası Af Örgütü’nün verilerine göre 2012 yılında İspanya genelinde 15.000 eylem gerçekleşti. 2013 için de durum pek değişmiş değil: Sadece Madrid’de 2013 yılı boyunca gerçekleşen 4500 eylem, bir önceki yıla nazaran bin eylemlik bir artış anlamına geliyor.
Bu eylemlerin ana temaları kemer sıkma politikaları, devletin kamu sektöründe yaptığı kesintiler, barınma hakkı, İspanya’nın cezalandırıcı borç hukuku ve polis şiddeti şeklinde örneklendirilebilir. İspanya’da meydan işgalleriyle başlayan ve ardından mahalle forumlarıyla devam eden ve 15M olarak da anılan Öfkeliler (Indignados) hareketi, bu sokak direnişinin önemli bir dinamosu olma görevini taşımaya devam ediyor.
Çeşitli vatandaş taleplerinin sokak muhalefetiyle iletilmesinin önemli diğer bir nedeni ise her geçen gün yeni bir yolsuzluk haberi ile çalkalanan İspanya’nın, parlamenter sisteme duyduğu güven kaybı. IMF başkanlığı ve Bankia yöneticiliği yapmış, PP’nin Eski Ekonomi Bakanı Rodrigo Rato’nun geçen haftalarda para aklama ve yolsuzluktan hapse atılması bunun en güncel örneği.
Rato hakkındaki ilk suç duyurusunu Öfkelilerin “15MpaRato” hareketi yapmıştı. Rato’nun yöneticiliğini yaptığı Bankia’nın politikacılara rüşvet skandalının (tarjeta black, karşılıksız kredi kartı) ortaya çıkmasında bu hareketin üstlendiği önemli rol düşünüldüğünde, sokak muhalefetinin iktidar için ne kadar büyük bir tehdit nedeni olabildiğini anlıyoruz.
Kamuya açık alanda toplantıya 100 ila 600 € arası ceza
İspanya’nın iç güvenlik paketinin getirdiği değişikliklerin ayrıntılarına baktığımızda, bunlardan en önemlisinin, çeşitli toplantı ve eylem biçimlerinin kriminalize edilerek artık idari para cezalarına tabi olduğunu görüyoruz.
Bu şekilde yasalarda olmasına rağmen pratikte cezalandırılamayan izinsiz gösteri yapma suçunun yargılanması, mahkeme aradan çıkarılarak polisin keyfiyetine bırakılmış oluyor. Bu cezalara itiraz için mahkemeye başvurduğunda masrafları ödemesi gereken taraf yine vatandaş olacağı için, yeni cezalar maddi olarak ciddi bir caydırıcılık taşıyor.
Özellikle vatandaşların ana sorununun geçim sıkıntısı ve işsizlik olduğu düşünüldüğünde, yeni yasanın hedef aldığı kitlenin “kamu düzenini bozan tehlikeli odaklar” bile olmadığı anlaşılıyor.
Bu aslında Avrupa’nın diğer ülkelerinde de görülen, kemer sıkma politikalarının uygulanmasıyla ilişkili olarak iç güvenlik yasalarının da artarak baskıcı hale gelmesiyle doğrudan bir paralellik taşıyor.
İzinsiz gösteriye 600 ila 30 bin € arası ceza
Buna rağmen iktidar destekçileri (örneğin, İspanya’nın Vakit gazetesi olarak düşünülebilecek La Razon’un genel yayın yönetmeni Francisco Marhuenda), bu yasanın vatandaşlara karşı değil, banka camlarını kıran, çöp bidonlarını yakarak polisle çatışan sokaktaki tehlikeli gruplara karşı olduğu iddiasında.
İspanya iç güvenlik yasasının içeriği de bu şekilde hazırlanmış gibi gözüküyor: Kamu düzenini bozucu eylemlere, kritik kamu dairelerinin işgali ya da işlerliklerinin durdurulmasına karşı bu cezaların işleme koyulması öngörülüyor.
Ancak güvenlik yasasına yöneltilen eleştirilerin en önemlilerinden biri de bu suç isnatı tanımlamalarının muğlaklığı. Kamu düzeninin ne şartlarda bozulduğu, kilit kamu dairelerinin nereler olduğu ve işlerliklerinin durdurulmasının nasıl tanımlanacağı ve, dolayısıyla, polisin verdiği bu kararların ne kadar yerinde olacağı şüphe konusu.
Bunun bir nedeni de kitlesel olaylara müdahale konusunda İspanyol polisinin sicilinin kabarık olmasından kaynaklanıyor.
Polise mukavemete 600 ila 30 bin € arası ceza
14 Kasım 2012 genel grev eylemleri akşamı polis saldırısına uğrayan Ester Quintana’nın, saldırının hemen sonrasındaki görüntüleri. Kaynak: 20 minutos.
Kitlesel olaylarda aşırı güç kullanımı bir yandan yaralanmalara ve can kayıplarına neden olurken diğer yandan polisin düzmece raporları nedeniyle vatandaşların özgürlüklerine de mal olmakta. İspanya’da -özellikle de Katalunya ve Bask Ülkesi’nde- polis şiddetinin en açık örneği, eylemlerde kullanılan plastik top mermiler nedeniyle sekiz kişinin gözünü kaybetmesi ve iki kişinin de hayatını yitirmesi.
Ester Quintana da gözünü kaybeden insanlar arasındaydı. Dönemin Katalunya İçişleri Bakanı Felip Puig, 2012 genel grevi sırasında yaşanan bu olayın suçlusunun polis saldırısı değil eylemcilerin attığı taş ve şişeler olduğunu pervasızca iddia etmişti.
Ancak “Ojo con tu ojo” (Gözüne dikkat et) hareketinin mücadelesi ve haksız polis saldırısının videosunun Internete koyulması, Puig’un yalan söylediğini ortaya çıkarmıştı.
Polisi görüntülersen 600 ila 30 bin € arası ceza
Mahkemeleri devreden çıkararak polisin keyfî davranmasının önünü açan iç güvenlik paketi, çok önemli bir değişiklik daha yapıp polisin halk tarafından kayda alınmasını da cezaya tabi tutuyor.
Ester Quintana’nın durumuna benzer şekilde polis cinayetine kurban giden Juan Andrés Benítez’in[1] de gerçekte başına gelenler komşuların saldırıyı görüntülemesi sayesinde netlik kazanmıştı.
Öyle görülüyor ki yeni güvenlik paketi polis dokunulmazlığının vatandaş haberciliği ile ortaya çıkarılmasını da engellemeyi planlıyor.
Bu yasanın radikalleri hedef aldığı iddialarının dayanaklarından biri de bu iç güvenlik paketi içinde aslında bir de anti-terör yasası bulunması.
Charlie Hebdo katliamından hemen sonra, merkez sağ ve merkez solun birlik olarak kabul ettiği yasa, sadece “terörist” takibini amaçlamakla kalmıyor, terör örgütü sempatizanlarının bu örgüte katılmak veya hizmet etmek üzere yolculuk yapmasını da suç olarak tanımlayarak cezalandırılmasını öngörüyor.
Bu yasanın tasarlanması ve teklifinde, İspanyol vatandaşlarının cihatçı örgütlere katılmak üzere Suriye’ye giderken yolda yakalanmalarının da etkisi var.
Ancak bu yasa, radikal sol gruplar için çok farklı bir anlama geliyor. Bunun nedeni de son 5 ay içinde yapılan, anarşistleri ve aktivistleri hedef alan bireylere iki büyük operasyondan kaynaklanıyor.
Polisin aktivistleri fişlemesi yasal olacak
Juan Andres Benitez’in öldürüldüğü Aurora sokağındaki, mahalleliler tarafından işgal edilen boş arsa, Ágora Juan Andrés’in duvarından bir grafiti. Kaynak: Baybars Külebi
Bu operasyonlardan ilki [2], Operasyon Pandora, geçen yıl aralık ayında Barselona ve Madrid’de anarşistlere karşı düzenlendi. Önceden belirlenmiş aktivist evlerine yapılan baskınlar sonrasında Barselona’da 13, Madrid’de 1 kişi gözaltına alınmış, bunlardan 11 tanesi ise yargılanmak üzere tutuklanmıştı.
Aynı operasyon dahilinde gerçekleşen ve çok daha fazla tepki çeken şey ise Barselona’nın önemli işgal evlerinden biri olan Kasa de la Muntanya’ya yapılan baskındı. Bu baskın sonucunda gözaltıların yanı sıra aktivistlerin bilgisayar ve telefonlarına da el koyuldu. Operasyon ile ilgili bu çok önemli bir ayrıntı. Çünkü hakimin terörizm şüphesi ile baskın izini vermesinin en önemli dayanağı, Kasa de la Muntanya’daki aktivistlerin riseup.net’in şifrelenmiş elektronik posta hizmetini kullanmalarıydı.
Bu gerekçe, İspanya devletinin kişisel bilgi güvenliğine nasıl baktığını göstermesinin dışında terör tanımının ne kadar da muğlak ve esnek olabileceğini örneklendiriyor.
Bu nedenle, geçirilen anti-terör yasasının, “cihatçı” tehdidinin ötesinde İspanya’nın kendi iç muhalefetine karşı da kullanılacağını rahatlıkla söyleyebiliriz.
İç güvenlik paketinin hedef aldığı muhalif oluşumların arasında, Pandora Operasyonu’ndan da anlaşılacağı üzere, işgal evleri de önem taşıyor. Paketin getirdiği değişikliklere göre, sokak muhalefetinin geliştiği önemli mekanlar olan işgal evlerinde bulunmak bile para cezasına tabi tutulmuş durumda.
Bu cezaların sadece işgal evleri için değil sosyal merkez olarak kullanılan mahalle evleri için de geçerli olduğu göz önüne alındığında, konunun basit bir özel mülkiyetin koruma altına alınması durumu olmadığı, aksine cezaların bizzat toplumsal muhalefeti hedef aldığı ortaya çıkıyor.
İşgal evlerinde bulunana 100 ila 600 € arası ceza
Bu yeni cezanın bir diğer hedefi de 2009’dan beri yükselen barınma hakkı hareketi ve bu hareketin başını çeken PAH‘ın (Plataforma d’Afectats de la Hipoteca - İpotek Mağdurları Platformu) stratejileri. 2009 yılında ABD’dekine benzer bir morgage krizinin İspanya’yı da etkileyeceğini öngörerek Barselona’da kurulan PAH, bugüne gelindiğinde İspanya’nın her yerine yayılmış, ülkenin tartışmasız en önemli sokak hareketi haline gelmiş durumda.
İpotek mağdurlarına yasal destek vererek vatandaşların borçlarını insani şartlarda ödeyebilmeleri için bankalara baskı yapan PAH’ın stratejileri arasında sivil itaatsizlik de var. Bunlardan en etkileyici ve dikkat çekici olanı bankaların ödenemeyen borçlar karşılığında el koyduğu ve boş tuttuğu evleri işgal ederek evsiz kalmış ipotek mağdurlarının barınma gereksinimlerinin karşılanmasını sağlamak.
Kısacası kriz sonrası İspanya’sında, okupa yani işgal evi kültürü, kendi sosyo-kültürel alanının dışına yayılarak halkın daha geniş kesimlerinin pratiklerine girmiş durumda.
Ev tahliyelerine engel olmaya 600 ila 30 bin € arası ceza
Ev tahliyelerini durdurmaya çalışmak 30.000€ -“Yani, özetle… Gizlemeye ne gerek var?” Kaynak: el diario.
Güvenlik yasasının hedef aldığı PAH eylemleri, sadece işgal evleri örneğinden ibaret değil. Yeni cezalar aynı zamanda, kurulduğundan beri PAH’ın yapmakta en başarılı olduğu eylem biçimi olan ev tahliyelerinin engellenmesini de suç olarak tanımlıyor ve bunlara 600 ila 30,000 avro arası para cezası öngörüyor.
Bunda en büyük etkenin, PAH’ın kurulduğundan beri durdurmayı başardığı bine yakın ev boşaltması olduğu şüphesiz.
Burada altı çizilmesi gereken nokta, İspanya’nın borç ve ipotek konusunda Avrupa’nın en baskıcı yasalarına sahip olması.
Barınma hakkı ihlali nedeniyle PAH’ın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne açtığı dava sonunda İspanya haksız bulunmuş ve ipotek mağdurlarının işgal ettiği Salt bloklarının tahliyesi durdurulmuştu.
Kısacası ifade özgürlüğü ve gösteri hakkını kısıtlayarak sokak muhalefetinin önünü kesmeyi planlayan PP iktidarının başını en çok ağrıtan mücadelenin kent hakkı olduğu anlaşılıyor.
Türkiye
Peki Türkiye’deki iç güvenlik paketi süreciyle çok önemli paralellik taşıyan İspanya’daki sürecin bizlerle, yani Türkiye’nin sosyal hareketleriyle ne gibi bir ilgisi var? Ya da kısacası, İspanya’da olanlarla neden ilgilenmeliyiz?
Bu sorunun cevabı, Türkiye ekonomisinin Batılı yatırımcıya duyduğu ihtiyaç ile ilintili. Özellikle kentsel müştereklerini Batılı yatırımcıya pazarlayabilmek için elinden geleni yapan devletin de bu Batılı yatırımcının gözünü korkutmaması gerekiyor.
Kentsel mücadele, bu müştereklerin yatırım tarafından özelleştirilmesine zaman zaman engel olabilse de, kent hakkı mücadelesini bastırmakta kullanılan şiddetin dozajı da bu yatırımcıların kabul edebileceği bir düzeyde kalmak durumunda.
Bunun en önemli göstergesi, AKP kurmaylarının yurtdışı basınına verdiği röportajlarda mevcut. Örneğin Mevlüt Çavuşoğlu’nun Gezi isyanları sırasında CNN’de Christiane Amanpour’a verdiği röportajda üstüne basa basa AKP hükümetinin otoriter olmadığını ifade ettiğini, hatta polisin ilk müdahalesinde aşırı güç kullandığını ve sorumlular hakkında soruşturma açılacağını bile söylediğini hatırlamak gerek.
Dolayısıyla Avrupa’da ve Atlantik’in ötesinde yaşanılan her insan hakları ihlalinin, Türkiye için, yeri geldiğinde zorlanabilecek, ancak görüntüde aşılmaması gereken bir üst limit referansı halini aldığını söyleyebiliriz.
Vatandaşının sokak muhalefetini bastırma konusunda yönetimlerin birbirinden örnek aldığını söylemek yanlış olmaz. Ojo con tu ojo hareketinin de önemli katkılarıyla başarıyla sona eren “STOP bales de goma” (plastik mermiye dur de) kampanyası sonrası çıkan, İspanya’nın Türkiye’den TOMA alabileceği haberlerine bakılırsa, üst limit olarak Avrupa standartlarını benimseyen Türkiye’nin mükemmelleştirdiği “toplumsal olay kontrolü” tekniklerinin dönüp dolaşıp Avrupa’ya ihraç edilebildiği anlaşılıyor.
Baskı mekanizmalarını paylaşan muktedirlerine karşı en önemli savunma ise, farklı ülkelerin sokak muhalefetlerinin de iletişim halinde olarak direnişte ortaklık kurması. Bu açıdan İspanya’dan olanlardan haberdar olmak ve iç güvenlik paketlerine karşı mücadeleleri ortaklaştırmak elzem bir önem taşıyor. (BK/YY)
[1] Bu polis cinayetinden Müşterek Barselona yazımda kısaca bahsetmiştim.
[2] Operasyonlardan ikincisi de 30 Mart 2015 tarihinde yapılan Operacion Piñata idi. Daha geniş kapsamlı bu operasyon İspanya’nın Madrid ve Barselona şehirlerinin yanı sıra birkaç şehrinde daha yapıldı. Toplam 39 kişi tutuklandı; çoğu ifadeden sonra denetimli veya normal olarak serbest kaldı, 5 kişi ise hapiste.